Cep Telefonları Kanser Yapıyor mu?

Cep Telefonları Kanser Yapıyor mu?



Cep Telefonları Kanser Yapıyor mu?

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte Cep telefonlarının insan vücuduna verdiği negatif etkiler oldukça fazla olsa da hepimiz yoğun bir şekilde kullanıyoruz. Peki denildiği gibi cep telefonları gerçekten kanser yapıyor mu?

Dünya genelinde cep telefonu kullanımı inanılmaz bir şekilde artıyor. Cep telefonları inceliyor, büyüyor, gelişiyor fakat belki de ilk cep telefonundan beridir değişmeyen bir şey var.
İnsanoğlunun büyük bir kısmı cep telefonlarının beyin kanserine doğrudan bir neden olduğunu düşünüyordu. Özellikle ebeveynlerimiz tarafından sık sık azarlandığımız uzun cep telefonu konuşmaları, aslında kanser yapmıyormuş!
1982 yılında başlayan ve Avustralya'da yaşayan beyin kanserli insanlar baz alınarak yapılan çalışmanın sonuçları oldukça şaşırtıcı.
Dünya genelinde cep telefonu kullanımı inanılmaz bir şekilde artıyor. Cep telefonları inceliyor, büyüyor, gelişiyor fakat belki de ilk cep telefonundan beridir değişmeyen bir şey var.
İnsanoğlunun büyük bir kısmı cep telefonlarının beyin kanserine doğrudan bir neden olduğunu düşünüyordu. Özellikle ebeveynlerimiz tarafından sık sık azarlandığımız uzun cep telefonu konuşmaları, aslında kanser yapmıyormuş!
1982 yılında başlayan ve Avustralya'da yaşayan beyin kanserli insanlar baz alınarak yapılan çalışmanın sonuçları oldukça şaşırtıcı.
cancerepidemiology.net sitesi üzerinden paylaşılan makaleye göre, yapılan araştırma sayesinde, cep telefonu kullanımının beyin kanseri ile doğrudan bir ilişkisinin olmadığı hakkında artık bilimsel bulgular mevcut.
Çalışmadan elde edilen bilgilere göre cep telefonu kullanımı inanılmaz bir ivmeyle ve sürekli artış gösterirken, beyin kanseri vakalarında gözle görülür bir artış olmadı.
Yıllardır kayıt altına alınan bütün verileri titizlikle kıyaslayan bilim insanlarının vardığı sonuca göre cep telefonlarının beyin kanseriyle doğrudan bir ilgisi yok.
Elektromanyetik alanlar (veya dalgalar, veya radyasyon), teknolojimizin en önemli dayanaklarından biri. 19. yüzyılın sonundan itibaren önce radyo iletişimi için yaygın olarak kullanmaya başladık, sonra TV, kablosuz telefon, GSM, Wi-Fi geldi ve kendimizi yapay elektromanyetik alanlar içinde yüzer bulduk. Bu durumun sağlığımıza etkilerini de merak etmeye başladık.
Alışılmadık durumlara şüphecilikle yaklaşmak doğal, ancak bu şüphecilik bazen panik seviyesine ulaşabiliyor. Panikten kaçınmak için korktuğumuz olgunun ne olduğunu anlamamız, ve riskleri bilimsel verilere dayanarak ölçmemiz gerekiyor. Riski yine de kabul edilmez bulursak ne âlâ, ama önce bilgi edinmemiz şart. Bu yazıda elektromanyetik alanların yarattığı düşünülen kanser vb. sağlık risklerine dair bilinen verileri derlemeye çalıştık. Elbette eksiksiz olma iddiamız yok.
1. Elektromanyetik (EM) radyasyon nedir?
EM radyasyon, veya ışıma, evrendeki en temel enerji biçimlerinden biridir. Yaşadığımız ortam her zaman EM radyasyonla doludur. Evimizdeki elektrik kabloları radyo dalgaları üretir. Yaktığımız mum veya ampul görünür ışık üretir. Sıcak bir cisim olan vücudumuz kızılaltı radyasyon yayar.

Bunların hepsinin altında aynı fizik prensipleri yatar. Elektromanyetik radyasyon bir dalgadır; uyum içinde hızla dalgalanan elektrik ve manyetik alanların bileşimidir. Farklı EM radyasyon tipleri sadece “frekans”larıyla ayırt edilir. Frekans, elektrik ve manyetik alanların saniyede kaç kere değiştiğini ölçer. Aşağıdaki grafik, farklı frekansların hangi tip radyasyona karşılık geldiğini gösteriyor.
Altta yatan fiziğin tamamen aynı olması sebebiyle, değişik EM radyasyon türlerinin hepsi fizikte basitçe “ışık” olarak anılır. EM radyasyon, ışıma, ışık, EM dalga, foton terimlerini bu yazı çerçevesinde eşanlamlı olarak kullanacağım.
EM radyasyon yaratmak kolaydır. Elektrik yüklü parçacıkların, sözgelişi elektronların ivmelenmesi ile üretilebilir. Meselâ plastik bir kalemi saçınıza sürüp elektrikleyin, sonra kalemi hızla sallayın, zayıf bir EM radyasyon yaratırsınız. Radyo vericileri de benzer şekilde çalışır; antenlere değişken akım vererek EM sinyaller üretirler.
Gündelik ölçeklerde EM radyasyonu bir dalga olarak düşünmek yeterli olsa da, atomları incelerken ışığı “foton” adı verilen parçacıkların akımı olarak görmek daha doğrudur. Bir atom veya molekülde bulunan bir elektron ile bir foton çarpıştığında, elektron fotonun enerjisini emip moleküldeki bir üst enerji seviyesine geçebilir, veya molekülden kopup gidebilir, ama bunun için fotonun tam uygun enerjide olması gerekir. Aksi takdirde elektron, fotonu emmez.
Parlak bir ışık huzmesinde, zayıf ışığa göre daha fazla foton vardır, ama fotonların enerjileri ikisinde de aynıdır.
EM radyasyonu (ışığı) oluşturan fotonların enerjisi, frekansla artar. Radyo dalgaları fotonlarının enerjisi düşüktür, görünür ışığın daha yüksek, X ışınlarının daha da yüksektir. Yüksek enerjili bir foton, maddenin içine daha fazla nüfuz eder.
Madde (ki buna insan bedeni dahil) ve ışığın (radyasyonun) etkileşimi çok zengin ve geniş bir fizik konusudur. “Radyasyon” kendi başına tehlikeli bir şey değildir. Gözümüz bir radyasyon dedektörüdür; belli frekanslardaki radyasyonu emerek dünyayı görmemizi sağlar. Bir kamp ateşinden çıkan radyasyon ısınmamızı sağlar.
Fizikte “radyasyon” terimi bazen çok hızlı atomaltı parçacıklardan (elektron, proton, vb.) bahsederken de kullanılır. Bu yazıda radyasyon terimi bu tür parçacıklar için değil, sadece elektromanyetik kökenli radyasyon için kullanılacak.
2. EM radyasyon kanser yapar mı?
Bazısı yapabilir, bazılarının yapması ise mümkün görülmüyor.
Sağlık tartışmalarında EM radyasyon ikiye ayrılır: İyonize edici olan ve olmayan. Birinci gruptakiler, morötesi ve daha yüksek frekansa (dolayısıyla enerjiye) sahip olanlardır. İkinci gruptakiler ise düşük frekanstaki radyo, mikrodalga vb. tipleridir.
İyonize etmek, bir molekülden bir elektronu koparmak demektir. Atomlar arası bağlar elektronlarla oluşturulduğu için, bir elektronun kopması molekülün kırılmasına bile sebep olabilir. Elektronu koparabilmek için gereken enerji, ancak morötesi veya daha yüksek frekanslardaki fotonlarda bulunur [1].
İyonize etme-etmeme ayrımının sağlıkla, özellikle kanserle ilgisi var. Kanserin temel sebebi, bir hücrenin büyümesini kontrol eden genlerin mutasyona uğrayıp işlemez hale gelmesi, böylece hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıdır [2]. İyonize edici radyasyon bunu iki şekilde yapar: ya doğrudan doğruya DNA’ya çarparak kırılmasına sebep olur, ya da suyu veya organik molekülleri iyonlaştırarak serbest radikaller (aşırı aktif moleküller) yaratır, bunlar da DNA’ya zarar verebilir. Radyo dalgaları, mikrodalga, görünür ışık gibi radyasyon tipleri bu etkilere yol açamaz, çünkü enerjileri elektron koparmaya, iyonlaştırmaya yetmez. Bu yüzden kansere yol açmaları mümkün gözükmüyor. Fakat yeterince şiddetli olduklarında dokunun ısınmasına sebep olabilirler (bkz. soru 7).
Morötesi ve X ışını gibi iyonize edici radyasyonun kanserojenliğinden şüphe yok. Yazımızın gerisinde asıl olarak radyo ve mikrodalga frekanslarında, iyonize edici olmayan radyasyonu inceleyeceğiz.
3. Radyo dalgaları, wifi, cep telefonu sinyalleri gibi, iyonize etmeyen radyasyon zamanla “birikerek” kansere yol açabilir mi?
Soruyu biraz açalım: Şu anda iletişimimiz yaygın şekilde EM radyasyona dayalı. Yüz yıldan beri telsiz, radyo, TV, uydu sinyalleri, cep telefonları, WiFi teknolojilerinde kullanılan EM dalgalar içinde yüzüyoruz. Bu frekanslarda bir tek foton iyonize edici olmayabilir, ama milyonlarca foton birden yağsa üstümüze, hep beraber “yüklenerek” bu eşiği aşamazlar mı? Daha somut olalım: Yakınımızdaki bir baz istasyonundan gelen güçlü sinyal, sırf şiddeti nedeniyle molekül bağını kıramaz mı, dolayısıyla kanserojen olamaz mı?
Bunların cevabı da hayır. Sebebi ise kuantum mekaniği.
Belli bir enerjiyle bağlı olan bir elektronu koparmak için en az o bağ enerjisi kadar enerjiye sahip bir foton göndermeliyiz. Daha az enerjili bir foton bu elektronla hiç bir etkileşmede bulunmadan geçer gider. Sinyalin güçlü olması, çok sayıda foton demektir. Fotonların enerjileri aynıdır, çünkü enerji sadece frekansa bağlıdır. Belli bir kimyasal bağı bir tek foton koparamıyorsa, aynı enerjideki bir trilyon foton da koparamaz.
Başka bir deyişle, bir tabanca kurşunuyla stratosferdeki bir uçağı vuramıyorsak, binlerce kurşun atarak da vuramayız. Aynı sebepten, frekansı değiştirmeden EM radyasyon şiddetini artırmak, DNA kırma ihtimalini artırmaz (sinyalin dokuyu ısıtarak yakacak kadar şiddetli olmadığını varsayıyoruz; bkz. soru 7)
4. Bunlar teorik. Akla gelmeyen bir mekanizmayla kanser yapmadığını nereden biliyoruz?
Haklı bir soru. Kanser oluşumunda, DNA kırılmasından başka mekanizmaların da rol oynaması mümkün (DNA tamiri mekanizmasının bozulması, veya epigenetik bozulmalar gibi). Ya da henüz bilmediğimiz bir metabolik neden-sonuç zinciri belki kansere sebep olabilir. O zaman en iyisi doğrudan gözlem yapmak: EM radyasyona maruz kalanları (sözgelişi cep telefonu kullananları) incelemek ve böylelerinde kanserin daha sık görülüp görülmediğine bakmak. Böyle doğrudan incelemelere “epidemiyolojik çalışma” denir.
Bu amaca yönelik olarak yakın tarihte yapılan en kapsamlı çalışma, Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi’nin koordine ettiği INTERPHONE incelemesidir [3]. Pek çok ülkenin katıldığı bu işbirliğinin amacı, özellikle cep telefonu kullanımının beyinde (glioma ve meningioma), tükürük bezinde ve akustik sinirde (schwannoma) tümör riskini artırıp artırmadığını araştırmaktı.
Çalışmaya Almanya, Avustralya, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’dan araştırmacılar katıldı ve ortak bir protokol çerçevesinde araştırmayı yürüttüler. Odaklandıkları grup, daha uzun zamandır cep telefonu kullanmış olmaları sebebiyle 30-59  yaş aralığındaki yetişkinlerdi. Ayrıca katılımcı ülkeler dahilinde en uzun zamandır ve en yoğun olarak telefon kullanılmış olan bölgelere ağırlık verildi. Yani, bir etki gerçekten varsa, tespit etme şansını azamiye çıkaracak şartlar seçildi.
INTERPHONE araştırmasının sonuç raporu 2011’de yayınlandı. Yapılan bu çok kapsamlı araştırma, cep telefonu kullanmakla tümör riskinin artmadığını gösterdi [4]. Telefonu en yoğun kullanan ilk onda birlik dilimde hafif bir risk artışı görülse de, bu artışın gerçek bir etki mi, yoksa veri hatası veya yöntem yanlılığı mı (“bias”) olup olmadığı belli değil. Nitekim bu grup, her gün, günde 12 saat gibi inanılmaz bir konuşma süresi bildirmiş; bu da verilerin güvenilirliğini şüpheye düşürüyor. Sonuçların sağlamasını yapmak için konuşma süresi yerine günlük çağrı sayısına bakıldığında, en yoğun kullanan grupta bile fazladan risk bulunmadığı gözlenmiş [5].
Aslında en basitinden, cep telefonlarının piyasaya çıkmasından bu yana beyin tümörlerinin sayısında artış olmadığını görmek yeterli. ([6], Ek, şekil 1)
Bu çalışmaların EM radyasyonun kanser yapmadığının kanıtı olmadığı, daha fazla araştırma yapılırsa bir ilişki bulunabileceği iddia edilebilir. Yanlış bir iddia değil, ama bu sonuçlara dayanarak şu kadarını söyleyebiliriz: Eğer cep telefonları ve diğer EM kaynaklar kanser riskini gerçekten artırıyorsa, bu titiz araştırmalarda saptanamadığına göre bu artış çok küçük ve belli belirsiz olmalı.
5. Kanser yapıyor diyen araştırmalar da var, hangisine güvenelim?
Bütün araştırmalar aynı kuvvette, doğrulukta, ve güvenilirlikte değildir. Bazı çalışmalarda çok az sayıda vaka veya denek kullanılmış olabilir. Böyle durumlarda istatistiksel dalgalanmalar, var olmayan bir etkiyi varmış gibi gösterebilirler (sözgelişi, bir parayı on atışınızın altısında tura geldi diye, parayı etkileyen bir güç var diyemezsiniz. Ama on bin atışta altı bin tura elde ediyorsanız, o zaman şüphelenmek doğru olabilir.)
Çalışmalarda her zaman çeşitli yanlılıklar (bias) vardır. Bu yanlılıkların bazıları teknik, bazıları da psikolojik kaynaklıdır.  Belli bir sonuç bekleyen araştırmacı, farkına varmaksızın verilerini bu beklentiye göre seçme eğiliminde olabilir. Bu tür yanlılıkları azaltmak için dikkat gösterilmelidir, sözgelişi araştırmacının hangi deneğin hangi şartlarda bulunduğunu bilmesi engellenmelidir (buna “çiftkör çalışma” – double-blind study – denir).
Hastalara sorulan sorulardaki “hatırlama yanlılığı” da çalışmanın doğruluğunu etkiler. Sözgelişi, cep telefonunu hangi tarafta kullandığı sorulduğunda, beyninde tümör çıkanlar tümörün olduğu tarafta kullandıklarını düşünmeye eğilimli olabilirler, fakat tümörü olmayanlarda böyle bir eğilim olmaz.
Bir araştırma grubunun elde ettiği sonuçlar bağımsız gruplar tarafından tekrarlanabilmelidir. Tekrarlanabilirlik yanlılık ihtimalini azaltır (ama ortadan kaldırmaz). Başkalarının tekrarlayamadığı sonuçlara güvenilemez.
Gözleme dayalı çalışmalarda pek çok karıştırıcı faktör işin içine girebilir. Dikkatli bir istatistiksel analizle yaş, cinsiyet, sosyal statü, gelir düzeyi, hayat tarzı, geçmiş hastalıklar gibi etkilerin katkısı ayrılmalıdır. Meselâ, yoğun ve stresli bir ofis ortamında çalışan insanlar, telefonda çok konuşurlar. Bu bireylerde stres ve hareketsizlik gibi faktörlerin yarattığı tümör oluşumu riskini öncelikle ayırmak gerekir.
Tıp ve biyoloji gibi bilim alanlarında tek bir çalışmaya bakarak karar vermek doğru değildir. İncelenen nesneler çok karmaşık sistemlerdir ve çevresel etkiler tam olarak izole edilemez. Bu yüzden, özellikle de aranan etki küçükse, çalışmalar farklı farklı, hatta zıt sonuçlar çıkarabilir. Eğer tıp veya biyoloji alanında yeterli uzman bilgisine sahip değilseniz, tek tek çalışmaları okumak yerine, bu yayınların karşılaştırılarak değerlendirildiği “meta-analiz” ve “tarama” makalelerini okumanız daha verimli olur.
Farklı yayın tipleri için “Bilimsel Yayınlar ve Türleri” yazımıza bakabilirsiniz.
6. Dünya Sağlık Örgütü, “Cep telefonu kanser yapar,” diyor mu?
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization, WHO) çeşitli madde ve faktörleri kanserojenlik açısından şöyle sınıflandırmakta [7]:
  • Grup 1: İnsanlar için kanserojen.
  • Grup 2A: İnsanlar için kanserojen olması muhtemel.
  • Grup 2B: İnsanlar için kanserojen olması mümkün.
  • Grup 3: İnsana kanserojenlik açısından sınıflandırılamıyor (herhangi bir yönde delil yok).
  • Grup 4: Muhtemelen insanlar için kanserojen değil.
DSÖ’ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi (IARC), INTERPHONE araştırmasının ardından, radyo frekansı EM dalgaları (cep telefonu sinyalleri de bunlara dahil) 2B olarak sınıflandırdığını ilan etti. Bu kategori insanlarda kanserojen etkiye dair sınırlı ve yetersiz delil olduğunda kullanılıyor (tam tanım için Not 1’e bakın).
Oysa DSÖ, radyo frekansı dalgaların hayvan deneylerinde kanserojen etki göstermediğini, insanlarda da kanser riskini artırmadığını, mevcut pozitif sonuçların rastlantı, yanlılık veya karıştırıcı etkenlerden ortaya çıkmış olmasının mümkün olduğunu söylüyor [8].
Bir maddenin 2B sınıfında olması kanser yaptığını göstermiyor (“mümkün” ile “muhtemel” farklı şeyler). Nitekim kahveturşutalk pudrası gibi gündelik nesneler de 2B olarak sınıflandırılmış [9]. Bir araştırmacının ifadesiyle bu tanım ”sırf bir hırsızlık sırasında mağazada bulunduğu için bir müşteriyi ‘hırsızlık yapması mümkün’ diye sınıflandırmak gibi. Suçlama için daha fazla delil gerekli.” [10]
Dahası, IARC neredeyse hiç bir zaman “kanserojen değil” demiyor. IARC, hakkındaki delilleri incelediği yüzlerce maddeden sadece birini “muhtemelen insanlar için kanserojen değil” kategorisine koymuş. IARC’nin katı kuralları, epidemiyolojik veya deneysel deliller hiç bir belirti göstermese de, incelenen madde için “kanserojen değil” demeyi çok zorlaştırıyor. [11]
IARC’nin yaptığı sınıflandırma değişikliğini bütün uzmanlar ve kurumlar kabul etmiş değiller. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü, ve Avrupa Komisyonu’na bağlı SCENIHR, cep telefonlarının fazladan kanser riski oluşturmadığı yönünde beyanlar yayınladılar. [10]
IARC, EM dalgaları 2B sınıfına koyma kararını Lennart Hardell’in öncülüğündeki bir araştırma grubunun yayınlarına dayandırmış. Hardell aynı zamanda IARC panelinin üyesi. Ancak bu yayınların sonuçları diğer çalışmalarla uyuşmuyor, elde ettikleri bulgular tekrarlanamıyor, ve bu çalışmaların bazılarında önemli yöntem hataları tespit edilmiş. [12]
7. Telefonlar mikrodalga yayıyorsa, beynimiz neden pişmiyor?
Telefon şebekesinin “mikrodalga” tabir edilen frekans aralığını kullanması, akla mikrodalga fırınları getiriyor. Mikrodalga fırınlar bir iki dakika içinde bir tabak soğuk yemeği buharı tütecek sıcaklığa getirebiliyorsa, cep telefonları da etimizi neden böyle pişiriyor olmasın?
Her şeyden önce, iki cihaz arasında önemli farklar var, ve bu farkların en önemlisi güç. Bir mikrodalga fırının gücü 1000 Watt civarındayken, cep telefonu sinyalinin gücü 1 Watt’dan azdır. Isıtma etkisi (yukarıda bahsettiğimiz molekül kırma etkisinden farklı olarak) sinyalin gücüne bağlıdır, bu yüzden de telefon dokuyu çok daha az ısıtacaktır.
Yüksek gücünün yanı sıra, bir fırının mikrodalga frekansı yiyeceklerin mümkün olduğunca derinine nüfuz edecek şekilde özellikle ayarlanmıştır [13]. Cep telefonu sinyallerinin frekansı bu özel değerden uzaktadır, dokuları fazla ısıtmayacak ama iletişimi optimize edecek frekans değerleri seçilir.
“Fazla” ısıtmayacak dedik, çünkü EM radyasyon her türlü maddede az veya çok emilebilir. Bu emilen enerji SAR (Specific Absorption Rate — Özgül Emilme Oranı) denilen bir değişkenle ölçülür. SAR değeri EM radyasyonun gücüne ve frekansına, ve emen maddenin özelliklerine bağlıdır. Cep telefonlarının ve diğer EM radyasyon yayan cihazların tasarımında hükümetlerin belirlediği azami SAR değerinin üzerine çıkılamaz. ABD’de bu sınır 1.6 W/kg, AB mevzuatında ise 2 W/kg’dır.
Bu azami SAR değerlerinde bile EM radyasyon fazla bir ısınmaya yol açmıyor. Deneysel verilerle desteklenen bilgisayar modelleri, kafaya bitişik duran bir telefonun bile sıcaklığı sadece 0.1°C kadar arttırdığını gösteriyor [14-17]. Bu ısınmanın da çoğu kafa derisinde; beyinde sıcaklık neredeyse hiç artmıyor. Afrika güneşinde hayatta kalmaya adapte olmuş bedenimiz için bu hafif ısınmayı bertaraf etmek çocuk oyuncağı.
. Ya manyetik alanlar?
EM alanların aksine, sabit manyetik alanlar dokuların ısınmasına sebep olmazlar. Zayıf manyetik alanların sağlığa hiç bir zararı olmadığını biliyoruz. Dünyanın manyetik alanı, buzdolabımızı süsleyen kebapçı magnetleri, ve günlük hayatımızdaki diğer mıknatıslar, dokulara bir etki yapmıyor.
Militesla seviyesinde (Dünya’nın alanının yüz katı) manyetik alanların deney hayvanlarının sinirlerinde bazı etkiler yaptığı görülmüş. Bu alanlar, hücre zarlarının davranışını etkileyerek iyon taşınmasını geçici olarak bozabiliyor. [19]
Çok güçlü (Tesla seviyesi) manyetik alanlara, MR görüntülemesi gibi durumlarda maruz kalabiliyoruz. Şiddetli manyetik alanların insanlarda, laboratuar hayvanlarında ve biyokimyasal süreçlerdeki etkisine dair araştırmalar sürüyor. Çok güçlü bir manyetik alan, insan vücudunda sinir iletimini sağlayan iyonların yollarını saptırabiliyor, bu şekilde MR görüntülemesi sırasında başını oynatan bir hasta baş dönmesi (vertigo) yaşayabiliyor. Ancak bu etki kalıcı olmuyor. [20]
Bu konuda araştırmalar son sözü söylemiş olmasa da, çok bariz ve kuvvetli bir risk olmadığı anlaşılıyor. Günlük hayatınızda karşılaşacağınız zayıf manyetik alanların hiç zararı yok zaten. İçinizi daha da rahatlatması için ekleyelim: Manyetik alan şiddeti, kaynaktan uzaklaştıkça çok hızlı düşer; mesafenin küpüne ters orantılıdır. Yani mıknatısın on santim yakınından yüz santimlik mesafeye çekildiğinizde, alan şiddeti bin kat azalır.
9. Elektromanyetizmaya aşırı duyarlılık hastalığı nedir?
Bazı bireylerin EM alanlara karşı, alerjiye benzer bir aşırı duyarlılığa (electromagnetic hypersensitivity) sahip olduğu iddia ediliyor. Bu bireyler bilgisayarların, kablosuz modemlerin, cep telefonlarının vb. elektrikli cihazların radyo dalgalarına maruz kaldıklarında ciltlerinde hassasiyet ve kızarıklık, ışığa hassaslık, bitkinlik, yüksek tansiyon, başağrısı, eklem ağrısı, baş dönmesi yaşadıklarını söylüyorlar. Bu şikayetler genellikle İsveç ve İngiltere’de görülüyor. Tedavisi yok. Hastaların şikayetleri sadece elektrikten arınmış ve yalıtılmış bir ortamda geçiyor.
Elektromanyetik aşırı duyarlılığın gerçek bir rahatsızlık olup olmadığı birçok defa incelendi. Görüldü ki, hastalar yalan söylemiyor, EM alan yayan bir elektrikli cihazın yakınında bulunduklarında sahiden ciddi rahatsızlıklar yaşıyorlar. Bazı hastalara “sahte senaryo” uygulanıyor, yani ortam aynı kalmakla beraber EM radyasyon bulunmuyor. O durumda hastalar rahatsızlık hissetmiyor.
Bu bulgular EM radyasyonun sorumlu olduğunu düşündürse de, deneyler daha dikkatli şekilde tasarlandığında tekrarlanamıyorlar. Çiftkör deneylerde, yani ne hastalar ne de araştırmacılar gerçekten EM alana maruz kalıp kalmadıklarını bilemediklerinde sonuçlar tamamen rastgele. EM alana maruz kalanlarla kalmayanlar arasında istatistiksel bir fark olmadığı görülüyor. [21-23]
Yani, semptomlar gerçek, ama sebebi EM alanlar değil. Asıl sebep nosebo etkisi: Bir şeyin bizi hasta edeceğini düşündüğümüz zaman, hastalık semptomlarının gerçekten ortaya çıkması. Bu, plasebo etkisinin, yani etkisiz bir maddenin bizi iyileştireceğini düşünmekle iyileşmemizin tam tersi. Plasebo ve nosebo etkileri hakkında daha fazla bilgi almak için Ben Goldacre’ın Türkçe altyazılı kısa bir konuşmasını dinleyebilirsiniz.
10. Cep telefonu vb. teknoloji şirketlerinden para mı alıyorsunuz?
Hayır, ne cep telefonu üreticileri ile, ne de hizmet sağlayıcı şirketlerle bir çıkar ilişkimiz var. Bu sektöre bağlı lobilerle de işbirliği içinde değiliz.
Her insan, aşina olmadığı konularda aşırı temkinli olmaya ve aktarılan korkutucu bilgilere inanmaya yatkındır. Böyle durumlarda uzmanlık bilgisine ulaşabilmek çok önemli. Burada, EM alanların sağlığa etkilerine dair literatürden uzmanlık bilgilerini derleyip sunmaya çalıştık. Amacımız teknolojik kararların duygusal tepkilerle değil, bilimsel veriler ışığında verilmesine yardımcı olmak.
Share on Google Plus

About Unknown

0 yorum:

Yorum Gönder